21 Ekim 2010 Perşembe

>Mehmed Akif Anlatıyor...

>Mehmet Âkif bir yaşlı zâtı anlatıyor: Sultan Ahmet camiine gidiyorum her
>sabah ne kadar erken gidersem gideyim mihrabın bir kenarında saçı sakalı
>bembeyaz olmuş ihtiyar bir adam ümitsizce bedbin durmadan ağlıyor. O kadar
> ağlıyor ki ağlamadığı tek dakikayı yakalayamadım. Nihayet bir gün yanına
>sokuldum.
>
>Muhterem dedim, Ah Efendim dedim, Allah’ın rahmetinden bir insan bu
>kadar ümitsiz olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun? Bana “Beni
>konuşturma” dedi, “kalbim duracak”. Ben çok ısrar
>edince ağlıya ağlıya anlattı. Dedi ki :
>
>“Ben Abdulhamit Cennet mekânın devrinde bir binbaşıydım orduda. Bir
>birliğim vardı benim de. Annem babam vefat edince, servetimiz vardı
>payimar olmasın diye sadarete bir istifa dilekçesi gönderdim. Dedim ki
>annem babam vefat etti falan yerdeki mağazalarımız, filan yerdeki gayri
>menkullerimiz... bunlara nezaret edecek bir nezaretçiye ihtiyaç vardır.
>İstifam kabul buyurulursa, istifa etmek istiyorum. Biraz sonra bana
>doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi, istifan kabul edilmedi. Öyle
>anlaşılıyor ki istifa dilekçem padişaha gönderilmişti. Ben bir daha
>dilekçe verdim yine aynı cevap geldi. Bizzat çıkayım huzuruna şifai
>olarak görüşeyim, bu celâdetli padişah cidden çok celadetli (yiğitlik,
>kuvvet ve şiddet). Ben yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldım. Tuhaf gelir
>size nasıl sen kaldın diyeceksiniz? Yaşlı yaveriyle uzun zaman bir yerde
>kaldım, Abulhamit faytonda giderken faytonun sağındaki solundaki nefes
>almaya bile korkarlardı, derdi. Medet Efendi. Allah rahmet etsin
>evliyaullahtan bir zâttı. Ben bizzat o celâdetli, haşmetli padişahın
>huzuruna çıktım. Hünkârım dedim. İstifamın kabulünü rica edeceğim dedim.
>Durumumuz budur dedim. Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi
>istemiyordu, yüzünün halinden belliydi. Israrıma da dayanamadı, öfekeli
>bir edayla, elinin tersiyle beni iter gibi “Haydi istifa
>ettirdik” dedi seni.
>
>Ben döndüm sevinerek geldim işimin başına. Gece âlem-i manada orduların
>teftiş edildiğini gördüm. Gördüm ki son savaşı vermek üzere şarkında ve
>garbında savaşan orduları bizzat Rasul-i Ekrem teftiş ediyor. Efendimiz
>(SAV) yıldızın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusu Aleyhissalatu
>Vesselam’a teftiş veriyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri
>vardı.
>Abdulhamit’de edeble, kemerbeste-i ubudiyetle kâinatın
>Fahr’ının arkasında duruyordu. Bütün ordular geçti. Derken benim
>birlik geldi; başında kumandanı olmadığı için darma dağındı. Efendimiz
>döndü Abdulhamit’e dedi ki “Abdulhamit! Nerede bu ordunun
>kumandanı?”, Abdulhamit “Ya Rasulallah!, çok istedi, ısrar
>etti, istifa ettirdik.”. Efendimiz “Senin istifa ettirdiğini,
>biz de istifa ettirdik” buyurdu. Ben ağlamayayım da kim ağlasın
>!?..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder